19 Ağustos 1976 Denizli'de deprem oldu. Dört kişi öldü, 50 kişi
yaralandı. ... |
Depremden sonra Denizli Bu
yazı, Cengiz Bektaş’ın uluslararası bir konferansa
sunduğu bildiridir. 1976 Denizli depreminden hemen sonra yayınlanmıştır. Tek
sözcüğünü değiştirmeden yeniden yayınlıyoruz. “Denizli” sözcüğü yerine deprem
bölgesindeki herhangi bir kentimizin adını koyabilirsiniz. Yazıyı okudukça
göreceksiniz ki, çok şeyin değiştiği sanılan ülkemizde, kimi konularda,
çeyrek yüzyılda bile bir adım ilerleme olmamıştır. 6.
Depremin hemen ardından Depremle
birlikte başlayan on-onbir gün süren gözlem
(kişisel de olsa) ve teknik danışmanlık çabalarım sırasında, girip
çıkmadığım, görmediğim yapı kalmadı neredeyse. 30 Ağustos 1976 günü
Denizli’deki mimar ve mühendis arkadaşlarla yaptığımız, Belediye Başkanı’nın
ve Ankara’dan Yüksek İnşaat Mühendisi Erdal Soner’le, Zemin Mekaniği uzmanı
Dr. Müh. Ayhan Acatay’ın katıldıkları toplantıya
dek sürdü bu çalışmalar. Saptamalarımı en kısa yoldan şöyle özetleyebilirim: 1
- Depremin ardından ilk olgu, ürkü (panik) ve sahipsizliktir. Herkes, kendi
çözümünü kendi bulmak zorunda olduğunu en acı yoldan duymuştur. 2
- Birinci dereceden deprem bölgesinde bile, böyle doğal olayların içinde de
sonrasında da halk örgütlü değildir. 3
- Devletle halk arasındaki bilgi alışverişinde aksaklıklar vardır. Gerçekler
yöneticilerin süzgecine, politik görüşüne göre çarpıtılarak devletin yayın
organlarına yansıtılabilmektedir. Halk TV’den ve radyodan dinlediği yanlış,
eksik haberler karşısında şaşırıp kalmıştır. 4
- Teknik güç, birbirinden ve halktan kopuktur. Böyle bir yerde ve ne
yapacaklarını bilmemektedirler. 5
- Doktorlardan kenti bıkakıp gidenler olduğu
söylenmişti. Aydın denilen kitle ile halk arasındaki kopukluk genel
sorumsuzluk çizgilerine dek gelebilmiştir. Denizli’de 100’ün üzerinde mimar
ve mühendis bulunmasına karşın, İnşaat Mühendisleri Odası’nın kurduğu bir
düzenle, yalnızca 18 mühendis ve 3 mimar karşılıksız danışmanlık görevini
yapmak üzere sırayla nöbete durmuşlardır. 6
- Deprem yönetmeliğimizin yetersizliği, uzmanların gözlemleriyle
belgelenmiştir. 7
- Yönetmelikler yeterli olsa bile, projelerin deprem hesapları yapılmadıkça,
yapı yöntemi ve uygulaması denetlenmedikçe, bir yapı polisi kurumu olmadıkça
sonucun değişmeyeceği bilmem kaçıncı kez vurgulanmıştır. Bir yapı için “A”
ton demir alması gereken bir yüklenici (müteahhit), depremden önce “A/2” ton
demir almışken, depremden sonra koşup eksiğini tamamlamıştır. Burdur ve
Denizli depremlerinden sonra Denizli’de demir satışları artmıştır. Beş katlı
temelsiz yapılar vardır. Bu yapıların tasarımları altında bir mimarın,
mühendisin adı ve imzası vardır üstelik. Deprem gibi en acı dersi almadıkça
ve giderek depremden kısa bir süre sonra bile, yapı hırsızlıklarından
kaçınılamamaktadır. Bütün bunların faturasını da gene dar gelirli kesim malı
ve canıyla ödemektedir. 8
- Yeterli proje ve denetimle yapılan yapılar, depremi hemen hemen zararsız atlatmışlardır. Özellikle kerpiç yapılar
çok zarar görmüşlerdir. Görünüşte deprem yönetmeliğine uygun olan yığma ve
Osmanlı karkası yapılar en çok zarar görenlerdir. Ahşap çatısı ile ayakta
kalan kerpiç dolgulu yapıların bile onarımı olanaklıdır. Oysa yığma yapıların
en az % 70’inin içinde oturmak için yürekli olmak gerek. Biliyoruz “külli cahilin
cesur”. 9
- Yetersiz projenin ve uygulamanın hesabını kimse sormamaktadır. “Dolaylı
cinayet” denilebilecek bu türlü eylemlerin izlenmesi diye bir konu
geliştirilmemiştir. Bu, çıkar çevrelerinin işine de gelmektedir. 10
- Kentin plansızlığı bütün çıplaklığı ile ortadadır. Bu plansızlığın kimlerin
işine yaradığı, onların böyle bir ortamın oluşmasında kendi çıkarları için
çaba gösterdikleri ortadadır. Yine onlar, kendi sorunları için, hemen baskı
düzeneklerini denetimlerine alabilmişlerdir. Bu durum çadır dağıtımında bile
görülmüştür. Belediye şimdilik 5000 çadır derken, valilik yalnızca 500 çadır
gereksinimi bildirmiştir; bunların da dağıtımında gösterdiği adaletsizliğe
halk dayanamamış, yürüyüş düzenlemiştir. Vali’nin eşi, yürüyen halka tabanca
çekmeye dek vardırmıştır işi. 11
- Valilik Belediye ikilemi en açık biçimde ortaya çıkmıştır. Halkın kendini
yönetme olayında hiçbir yeri olmayan Valilik, düzenin halkla
bütünleşemeyeceğini bir kez daha belgelemiştir. 12
- Belediye, örneğin, iki yanındaki yapıların neredeyse yıkılacak durumda
oluşları nedeniyle, Valiliğin onayı olmadan, bir sokağı kapatamamaktadır.
Denizli’de böyle bir sokakta, depremden sonra da pazar kurulmuştur. 13
- Depremin hemen ardından, minareleri yıkılmış, ana yapıları patlamış camilerde
toplu namaz kılma, kıldırma olayı sürdürülmüştür. Kendilerinden
istenmesine karşın Valilik, bu konuda bir uyarma bile yapmamıştır. Göz göre göre yüzlerce, binlerce kişinin ölebileceği yeni bir
sarsıntı olayı ‘dine karşı çıkmak olur’ gibi çağ gerisi, çarpık, sayrılı
(hasta) bir düşünceyle görmezden gelinmiştir. 14
- Belli çevrelerce konu “kadercilliğe”, “tevekküle”
dökülmüştür. Müftülük, olayın, bir “Tanrı sınaması” olduğu üzerine yazılar
yayınlamıştır. (13) 15
- Ne Belediyenin, ne Valiliğin, halka değil teknik yardım, danışmanlık
götürecek yeterli kişisi, örgütü yoktur. Denetleme olanakları yoktur. 16
- “Hasar tespit çalışmaları” işi, işin gerçek uzmanlarınca yapılamamıştır.
Pek çok yapı için önce ağır hasar raporu verilmişken, sonradan bu rapor hafif
hasara dönüştürülmüştür. Bu, halkın kendi dileğiyle olmuştur. 17
- Ağır hasar raporu almış bir yapı yıkıldığında, yerine yenisini yapabilmek
için (geçerli imar durumuna göre) parsel ortada kalmayabilir. Ya da o bölge
için kesin imar durumu hemen verilemediği için yapı yapılamamaktadır. Ağır
hasar raporu sonucu evi yıkılacak ve diyelim ki deprem konutu alabilecek
aileler de sosyal ilişkilerini bırakıp kentin dışına gitmek
istememektedirler. Konut sorununu yalnızca duvarların dikilmesi olarak gören,
sosyal boyutlardan soyutlayan görüşün, işine, çıkarına öyle geldiği için
“romantik” bulduğu sosyal bağların, komşuluk ilişkilerini önemini,
Denizlililer göstermişlerdir. “Öldürseler mahallemden çıkıp gitmem” diyen pek
çok kişiyle karşılaştım. Türkiyemizde sosyal maliyetleri,
kültür birikimlerini hesaba katmayanlar, planlama örgütleri üzerinde söz
sahibi olabilmektedirler. 18
- Gerek çadır dağıtımı konusu, gerek deprem evleri konusu tümüyle, bir
politik yatırım olarak işlem görmüştür. Hem de gerçekle ilişkisi olmayan 500
çadır, 500 konut gibi gülünç sayılarla, ana konulardan saptırıcı sözüm ona
önlemlerle... 19
- Herşeye karşı Türkiye’nin en varlıklı yöresinde,
batısında, üstelik uykuda bulunulan bir saatte yalnızca dört ölüyle
atlatılabilen böyle bir depremin, Doğu’da neler yapabileceğini kestirmek güç
değildir. Daha sonraki Muradiye depremi de bunu göstermiştir. 7.
Depremden Sonra Önce
de değindiğim gibi onarımları, yeni yapıları denetleme olanağından yoksun
Belediye’ye yardım olarak, İller Bankası’nca hemen bir planlama takımı
yollanmıştır. Ekibin karşısındaki (daha önceki) sorunlar, depremle doğal
olarak değişmemiş, ancak daha da büyümüştü. Ama gene politik nedenlerle
hiçbir araştırma yapılmaksızın en ilkel jeolojik saptamalar tespitler bile
olmaksızın 1/25.000 çevre düzeni tasarımı yapılıverdi hemen. Ama
gerçekliliği, onayı bugün bile yoktur bu tasarının. 12 Temmuz 1977’de son bir
revizyon yapılıp onaya yollanmıştır. Ancak, gene bir
ekleme iştir bu. “Mücavir Alanlar” konusu (inanılması çok güç ama) depremle
bile uyanmamış yetkililerin rafında beklemektedir bugün de... Bilimsel
doğruluğu olabilecek bir planlamanın bitirilebilmesi için, eleştirdiğim
bugünkü yöntemlerle en az üç-dört yıl gerekli, Denizli gibi bir kent için.
Oysa bu iş başlatılmamaktadır. Başlattınız, yaptınız, bitirdiniz diyelim;
dilediği büyüklükte parsellere bölen (100 m2’lik parseller var) çıkarcıların,
doğa ve insan sömürücülerinin elinde, yığınaklara dönüşmüş, olmuş bitmiş,
taş-beton kesilmiş bir yeri, sonradan getirdiğiniz bir planda neye
dönüştürebileceksiniz ki? Onaysız,
sözüm ona yapılmış 1/25.000 tasarımda alınan kararlar tümüyle eleştirisizdirler.
Halkla en küçük bir ilişkisi yoktur. Halk kendisi için verilen kararların
tümünden habersizdir. Buna göre, deprem evlerinin üzerine yapılmaları
öngörülen, hiçbir değeri olmayan, işleyimin,
kurumların, kooperatiflerin baskısıyla spekülatif
bir alan durumuna getirilen Şirinköy arazisini,
Afet İşleri Genel Müdürlüğü aldı; İller Bankası’na planlama için verdi. I.
Arazinin hiçbir şeyi, özellikle jeolojik durumu bile bilinmiyordu. II.
Kentle bağlantıları hiçbir sosyal bölüme olanak bırakmıyordu. III.
Ekonomik yapı yöntemi için uygunsuz bir yerdi. Bu yüzden altyapı giderleri
çok yüksek oldu. (14) IV.
Tüm Denizli’nin planlamasına da ne geçici, ne de sürekli hiçbir katkısı
olamazdı. V.
Bir yükleniciler bölüğüne çıkar sağlamaktan öte, hiçbir işlevi olamazdı.
Politik yönden bile yararsızdı. Çünkü tümüyle yetersiz bir girişim, halk
katında ters bir tepki doğuruyordu. VI.
Bu yetersiz, bence söz konusu edilmemesi gerekli girişimden çok daha önemli
olan konu, kentin şimdi içinde bulunduğu durumdur. Çaresizlik içinde kalan
halk, “ağır hasar” görmüş olan evlerinin büyük çatlaklarını sıva ve badana
ile kapatıp yeniden içlerine yerleşti. En ağır hasarlı evler bile
yıktırılmadılar. Aradan bir yıl geçti hâlâ öylece duruyorlar. İçlerinde
çocuklar oynuyorlar. İnşaat
Müdendisleri Odası Denizli Temsilciliğinin adına
“gizli hasar” dediği durum gizli değil apaçık ortadadır. Varlığı el verse,
yıkıp yakmak istese, yıktığında arsasının da elinden gideceği, açıkta
kalacağı kuşkusuyla böyle bir girişime kalkışmayan halk, onarım için yeterli
teknik bilgi ve yardımdan da yoksun bırakılmıştır. İnanılması güç ama, sizlerin içine girmeye korkacağınız yapılar, sıvanıp
badanalanıp kullanılmaktadır. En çok 19 Ağustos 1976 depremi gücünde bir yeni
depremin, geçmişte olduğu gibi Denizli’nin bir kez daha batmasına neden
olacağını söylemek “müneccimlik” değildir. Olsa olsa
çok bilineni söylemektedir. 8.
Sonuç Bütün bunlar böyleyken, yapıların %70’i, çağdaş
ölçülere göre, içinde yaşanılması sakıncalı olan, birinci derecede deprem
bölgesindeki, tümüyle plansız 120.000’lik bir kentin, mücavir alan kararının
verilmesinin bile bir kişinin kaprisine kalabildiği bir ortamda, bir kaç
kişiye çıkar sağlamaktan öte hiçbir işlevi olmayacak 500 deprem konutunun
nitelikleri üzerine düşünmek, ayrıntının ayrıntısı olarak gözüküyor bana. Herhalde konuyu buralara
indirgemek, saptırmak olmamalı, böyle bir seminerin amacı... Konuların böyle
saptırılmaları sonucu Türkiyemizin ana sorunlarına
çözüm getirilemediği çok olmuştur. |
Not:
Ben bu depremi yaşamadım. Yaz boyu Gökova”da tatildeydim. Radyodan duydum.
Hafif bir deprem sanıyordum. Eylül sonu Denizli”ye gelince şok oldum. Bütün
binalar çarpı yemiş gibi çatlamıştı.. Herkes hala dışarıdaydı.Ve hava oldukça soğuktu. |